VOLKAN'DAN TARİF

Bir arkadaşım misolu çorba tarifi uydurmuş, tadına tuzuna bakamadım, bakamazdım, çook uzaklarda...ama tarifini aynen kendi kelimeleriyle huzurlarınıza sunuyoruz...kendisine bir kıyak olarak da bahçeden bir fotoğraf ve en sevdiği hayvan olan Şişmiş'in fotoğrafını gönderiyoruz.
İşte volkan'ın tarifi;







yemekten anlamam , elbecerim de cogunuzun bildigi gibi 0 dir. Elisi dersinden kalan, ilkokuldan lise sona resim dersine annesinin cizdigi resimlerle katilan ilk insan benimdir diye dusunuyorum. Annem 1 gun gece benim iin kolaj yaparken cirilciplak 1 kadin resmini heykel sanip kolaja koymustu onun yuzunden sinifta kaliyorudm.

ana konumuz yemek tabi. Yemek blogu bana ilham verdi ve ilk kez 1 yemek yarattim. Bilmeyenlere , yaz-kis, gece,gunduz...'Her sey corbasi'ni yapiyor ve yiyorum. 'Hersey' dolaptaki her atik demek; sebze, meyve , sosis ne varsa koyarim. Tadi hemen hemen hep ayni olan bu corbadan o kadar sIkIldim ki, bloglarin ilhamiyla sunu yarattim - Yaradan 1 allah 1 ben.

Pahali zeytinyaginda ginger (zencefil), sogan sarimsagi kizartin.

Maddi gucuzune gore tencerenin ya yarisina (ustune su ekleyin) ya da tamamina et veya sebze veya tavuk suyu koyun. Icine 2 kucuk/kup dilmlenmis patates ve havucu ekleyin. Ben bunlari genelde once 2 dakika mikrodalgaya koyuyorum cabuk pissinler diye, sabrim yok. Bunlar pismeye baslamisken, bolca mantar ve eger varsa tofuyu corbaya ekleyin.

Bu 2 unsur cabuk pisiyor; corbanin suyundan 1 kac kepce alip 1 baska kaba dokun. Bu kapta miso zevkinize gore, misoyu ekleyin; sertlesmemesi icin ayri koyulmasi gerekli. Ben 4 dolu corba kasigi koydum cok sevdigim icin. Tabi ki corbanin tuza ihtiyaci yok, miso bolca tuzlu.

Miso corbalarinin ana maddelerinden biri seaweed(denizyosunu) dir ama sevmem ve koymadim. Bu karisimi corbaya ekleyin; miso ne kadar uzun piserse tadi o kadar yogunlasir; altini kisin ve tadindan tatmin olana dek kaynatin. Ben en az 15 dakka tuttum. En son servis ederken isterseniz maydanoz, taze sogan , coriander (turkkcesi var mi?=kişniş) ekleyin. ben taze sogani karisima attim ve maydanozu servis esnasinda ekledim.


1 de kucuk hatirlatma: caniniz sIkIldiysa , 1 avuc samfistigi veya Pinenuts (dolma fistigi midir bu? Burda kilosu 100 milyon gibi nedense=çam fıstığı), 1 demet feslegen, 1 dolu kaisk zeytinyagi ve 3 dilmi sarimsagi Chopper'a(mutfak robotuna) atin taze pestonuz olsun. Evde feslegen yoksa ayni tarif naneyle de cok guzel oluyor.



Doktora tezimi duzeltmem, article(makale) yazmam gereken zamanlari boyle harciyorum; gorun uygulayin. Ayrica cimriligimden son 1 satir: son gunlerde votkaya koydugum karisimlar cok canimi sIkIyordu; meyve sulari kolalar falan cok pahaliya geliyor diye. ustune kilo aliyorsun. Artik votka ve cini sadece suyle iciyorum. 3-4 buz, gerisi de soguk su. Icim rahat, param cebimde, gereksiz kalori yok.

LİKYA YEMEĞİ

Artık bahar geri dönüşü olmayan bir yola girdi, sıcaklar bastırmadan keyfini çıkarmaya bakalım. Güneşde ısınıp, gölgelerde serinleyerek...Fırsat bu fırsat, yürümeye HAZIR MISINIZ!



Şehirde hızınızı alamazda dağlarda, nehirlerde yürümek isterseniz hiç durmayın; Antalya'yı ve/ya Fethiye'yi fethedin. Likya yolu tabir ettikleri, belgesellerini yaptıkları ve kitaplarını yazdıkları bu yol uzunluğuyla gözünüzü korkutmasın, hepsini bi seferde yürümek zorunda değilsiniz. Her dilimi ayrı bir tatil demek! Her durak ayrı bir lezzet durağı demek; keçi peynirleri, zeytinler, çifte kavrulmuş tahinler, portakal çiçekleri, adaçayları ve daha neler neler...saymakla bitmez, yaşanır.





Bu kutsal ve antik yolun haritasını çıkaran arkadaşım şimdilerde Kayaköy'e yerleşti ve karadan yaptığı likya haritasının denizden paralelini turlamaya başladı. Hemde kayakla...hem karadan hem denizden likya yolunu karış karış avcunun içi gibi bilir. Denk getirebilirseniz onunla buraları dolaşın; faunadan floraya, kuşundan balığına engin bilgisiyle size mükemmel bir rehber ve güven veren tecrübesiyle de unutamayacağınız bir yol arkadaşı olacaktır.







Biz o kadar şanslı değiliz diye düşünürken Kaleköy'deki kısa tatilimizdeki komşumuz bu yolun küçücük bir kısmını yürümeye davet etti bizi...Kaleköy'den Gökkaya'ya kadar. 40 dakika süren bu yol boyunca 40 çeşit bilgi edindik.



Yol boyunca Kaleköy'ün mahalleleri ve köpekleri, Akdeniz'in ağaçları ve bitkileri bahar sayesinde yaprak yaprak açılarak önümüze serildi...En sevdiğim yöre halkının 23 Nisan çiçeği dediği glayöller...namı diğer Gladiolus illyricus. Bu kafa ve eklem açan kısa yürüyüş sonunda tabii ki kurt gibi acıkmıştık. Komşu sağolsun üşenmeyip bize yorgunluk kahvesi yaptıktan sonra bi de üstüne şahane bir sofra hazırlamasın mı? Ellerinden öpüp, saygıyla anıyorum kendisini...Sofra tam anlamıyla mükemmeldi; taze balıklar, taze barbunyalar, zeytin salataları, közlenmiş biberler ve 'galiba çitlenbik ağacı' dediği bir ağacın filizlerinden yapılan o muhteşem meze! Tam olarak ismini öğrendiğimizde mutlaka tarifini yazacağım, bir başka sefere...







Yemekleri afiyetle yiyip, rakılarla beraber şarkılara geçtiğimizde dolunay önümüzde altın bir top gibi parlamaya başladı. Söz gümüşse, sessizlik altındır!







Ah bahar AHHHHHHH!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

HER YANIMIZ DENİZ, BİZ NEDEN KABUKLU YEMEYİZ?
















Evet nerdeyse her yanımız denizlerle kaplı, ama biz neden kabuklu deniz hayvanlarını yemeyiz? Bir arkadaşım boğazdaki deniz salyongozlarımızı Çin'e göndereceğini anlattı, peki biz niye yiyemiyoruz o güzelim salyangozları ya!

Şans eseri Kaş pazarından dönüşte Kaleköy'e tekne beklerken bir de ne göreyim, Kekova sporlu biri Pina ayıklıyor. Aslında adını bende oracıkta öğrendim, hava attığıma bakmayın. Kabukları ayıklayıp ayıklayıp kenara ayırıyor, içini denize atıveriyor. Dur dedim, atma. Ben yerim onları...içinden bembeyaz, küçücük lop bir et çıktı. Baya lezzetliymiş, daha yok mu bundan:)

'Biz yemeyiz bazen gelen İtalyanlar yer bunu' dedi Kekova sporlu. Dedi ve hala o lop eti bekleyen gözlerimi görmedi bile. 'Bu iri midyenin avlanması yasaktır büyük ihtimalle canım' diyip kendimi rahatlattım...


















Hayvanları bitkileri ordan oraya taşıyoruz, genleriyle oynuyoruz, kopyalıyoruz...İnsanlık baya korkunç! Avcılığı nerdeyse barbarlık olarak nitelendiriyoruz. Halbuki adabınca avlanmak en uygunu, doğalı. Hani ben öldüremem o ayrı. Şunu demek istiyorum; çiftliklerde itiş tıkış yaşayan, suni yemlerle yağ bağlayan, kolestrol yüklü hayvanlara yapılan tam olarak eziyet! Daracık kafeslerde sıkışık tavuklar aklıma geldikçe ben durduğum yerde daralıyorum. Kabul edilir, yenilir yutulur bi dava değil. Evet, şunu kabul ediyorum, ucuz olduğu için tüketiliyor bu ürünler. Ama asıl fiyatları sözümona ucuzlatıp, hayat kalitemizi düşürenler ve alım gücümüzü daraltanlar utansın. Geçtim kabukluyu, av hayvanını artık sebze ve meyveleri bizde avrupalılar gibi taneyle alır olmadık mı? Yeni bişey söyle diyorsanız, yok. Sadece bilinçli tüketici olmak; yaşadığımız her an. Sonuçta hepimiz kendi hayatlarımızdan sorumluyuz, ve sorumluluğu ele alıp kendi hayatımızı iyileştirerek işe başlayabiliriz. Yapabiliriz, güç bizde artık.



AH BAHAR AHH!

Ey ulu toprak ana! Verdiğin nimetler için sana ne kadar şükretsek azdır, diye başlamak istiyorum bu yazıya...Başlamak işin yarısı derler hadi hayırlısı. Bu yazıyı yazmak ve paylaşmak için can atıp duruyordum, sonunda günü geldi. Spontane yaşamak ne kadar da zevkli allahım.

Bir cuma arkadaşımıza yemeğe gittiğimizde laf olsun diye internette biletlere bakarken, ne görsek beğenirsiniz, 20 tlye Antalya'ya uçak bileti var, durur muyuz, apar topar aldık biletleri...ve pazartesi akşamı kendimizi Ulupınar'da balık yerken bulduk. Bu Ulupınar'daki restaurant ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ancak başka bir zamana kalsın...

















Kaleköy'e hiç gittiniz mi bilmem, ama gitmek için Üçağız'dan tekneye binmek ya da Likya yolunun da bir parçası olan 30 dakikalık yürüyüşü göze almak gerekir. Gerçi bu kış bi bölümüne asfalt yol yapmışlar, iyi mi kötü mü tartışmayacağım, ama biz yine de tekneye atladık. Öyle masalsı bir yer ki kelimeler yetersiz...

Hani bu diyarda okula gitmek bir ayrıcalık desem, o bile yetersiz; okul binası Akdeniz filmlerinden çıkma, manzarası tarifsiz, e galiba artık öğretmeni de kalıcı, nasıl desem yemede yanında yat yani!


















Vardığımızda anladik ki evin kapısını açmak için önce cangılı temizlemek; krizantemler, ıtırlar, begonviller, ayrık otları arasından kendimize bir yol açmak zorundayız. Bu kış hani çok yağmur yağdıya, ona da bin şükür!

E, hala da yağıyor:) Bu yıl da 23 Nisan yağmurları geleneği bozulmadı...şükür.





Yolda yediğimiz köfteler ve tahinli piyaz sayesinde enerjimiz yerindeydi, şükür! Bu köfte ve piyaz da ayrı bir yazıyı hakediyor, ama o da başka bir zamana kalsın.

Tarife gelemeyeceğim diye korkuyorum, bu bir yazı dizisi olsun mu?
Olsun!





Neyse yolumuzu açtık,temizledik toparladık, hala güneş batmamıştı...Gelirken nasılsa ertesi gün ekmek ve sebze teknesi gelecek diye pek alışveriş de yapmadık ama tam buğday unu, yoğurt, keçi peyniri, ve tabii bira almayı ihmal etmedik. Komşu da sağolsun kendi yaptığı zeytinleri getirince hemen kompakt bir ekmek yapmaya giriştik. Toprak ana dualarımız da bu sırada coştu...Dağlardan yamaçlardan beslenen keçilerin peynirinin vahşi tadına, antik zeytinlerin kutsallığına, yörüklerin yoğurt yapışına, biberiyenin yağmura doymuşluğuna, kekiğin güneşe açlığına bir bir tapdık. Tatlar öyle yoğun ve keskindi ki İstanbul'dan tası tarağı toplayıp, bereketli topraklara dönesim geldi.




















Daha yenilerde kesin dönüş yaptığım İstanbul'da da saksılarda herşeyi yetiştirmek mümkün canım...Zaten biberiye, dağ kekiği, citronellayı Yörükoğlu yoğurt kaplarına kendi toprağıyla ekdim de getirdim. Citronella nın türkçesini bilmiyorum, ama adı gibi tadı ve kokusu da kalbe ulaşıyor. Çayı çok çok güzel oluyor, doğal sinek kovucu yapılıyor, bir çeşidinden(limon otu) Tayland'da nerdeyse tüm yemeklere konuyor...İnternette çeşitleri ve bilgileri mevcut.



Neyse laf uzar, yazı kalır...Son bir kez toprak ananın nimetlerine şükrederek geçiyorum tarife:















1/2 kilo tam buğday unu
2-3 kaşık yoğurt
200gr ayıklanmış zeytin
200gr keçi tulumu
1 yumurta
1 şişe bira
yarım paket kabartma tozu
biberiye, kekik
az tuz
çörek otu ve susam

Valla yanlış yazmadım, maya niyetine bira. Bu tarif Kekova'da evinde kaldığımız arkadaşımın kendi tarifi desem yalan olmaz. Bu birali ekmeklerle o beni tanıştırdı. Neyse yine konu dağılmasın, siz bir yandan fırını ısınmaya bırakın, 180-190 dereceye. Güzel geniş bir kapta unu, kabartma tozunu, yumurtayı, yoğurdu, yumurtayı, peyniri, tuzu, biberiye ve kekiği karıştırın. Karıştırma işlemini tahta kaşıkla yapın. Yavaş yavaş birayı ekleyip iyice karıştırın. Fırın kabınızı yağlayıp ya da unlayıp(teflonsa çok iyi, una yağa hiç gerek yok direk) ekmek karışımını içine dökün. Üstüne çörek otu ve susamları serpin. Fırına verip 40-45 dakika pişirin. Piştiğini anlamak için ekmeğe çatal yada kürdan saplayın, hamursuz çıkarsa pişmiş demektir.

Afiyetle yiyin.

PİKNİK


Bahar geldi mi gelmedi mi anlayamadım, lakin sabah uyandığımda güneş masmavi gökyüzünde parlıyorsa tamamdır, dahasını düşünmeyi bıraktım. Böyle bir pazar günü kalkar kalkmaz (bebek bekleyen arkadaşımı düşünerek mümkün olan en sağlıklı malzemelerle)bir kiş yapıp, arkadaşlarımın gelmesini sokaklarda bekleyip, güneş batana kadar eve girmemeye and içtim.



İstanbul ormanlarına gitmeyeli o kadar uzun zaman geçmiş ki doğrusu şaşırdım ve de utandım...Bentler yağan yağmurlarla dolmuş taşmış, çiçekler patlamış. Bu vahada insan nerdeyse şehirde olduğunu unatacak, çöpler de olmasa!



Yemeğe başlamadan kişin fotoğrafını çekebildik neyseki...Buyrun tarife;

kişin hamuru için;
2 bardak tam buğday unu
1 yumurta
2 yemek kaşığı organik yoğurt
1 yemek kaşığı keten tohumu
3-4 yemek kaşığı zeytinyağı
1 paket kabartma tozu

Kişin malzemesi için;
300 gr sert tam yağlı ezine peyniri
2 yemek kaşığı organik yoğurt
1 yumurta
1/2 çay bardağı süt
biraz kekik
biraz toz kırmızı biber

Fırını 180-190 dereceye getirin ısınadursun.Fırını beklerken bir kapta unu ve keten tohumu güzelce karıştırın. Yoğurdu, yumurtayı,zeytinyağını ekleyip yoğurun. Dolapta 25-30 dakika bekletin.

Bu arada toz kırmızı biber hariç kişin tüm malzemelerini ayrı bir kapta karıştırın, ezine peynirini ezerek ekleyin. Merak etmeyin fırın sıcağında eriyecek ve topaklanmayacaktır.

Turta kabını yağlayarak yada unlayarak, kiş hamurunu içine yayın. 20-25 dakika pişirip fırından çıkarın. Peynirli bulamacı ekleyip, üstüne toz kırmızı biberi çay süzgeci ile serpip tekrar fırına verin ve 20-25 dakika pişirin. Son olarak fırını ızgaraya alıp üstünü kızartın, bence başında bekleyip kontrolü elden bırakmayın.

Pikniğe götürecekseniz,paketlemeniz gerekeceğinden, kiş piştikten sonra soğuyana kadar bekleyin, sıcakken paketlerseniz kiş kendi buharıyla hamurunu yumuşatır, bu da istenen bişey değildir.

Afiyet olsun.