AH BAHAR AHH!

Ey ulu toprak ana! Verdiğin nimetler için sana ne kadar şükretsek azdır, diye başlamak istiyorum bu yazıya...Başlamak işin yarısı derler hadi hayırlısı. Bu yazıyı yazmak ve paylaşmak için can atıp duruyordum, sonunda günü geldi. Spontane yaşamak ne kadar da zevkli allahım.

Bir cuma arkadaşımıza yemeğe gittiğimizde laf olsun diye internette biletlere bakarken, ne görsek beğenirsiniz, 20 tlye Antalya'ya uçak bileti var, durur muyuz, apar topar aldık biletleri...ve pazartesi akşamı kendimizi Ulupınar'da balık yerken bulduk. Bu Ulupınar'daki restaurant ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ancak başka bir zamana kalsın...

















Kaleköy'e hiç gittiniz mi bilmem, ama gitmek için Üçağız'dan tekneye binmek ya da Likya yolunun da bir parçası olan 30 dakikalık yürüyüşü göze almak gerekir. Gerçi bu kış bi bölümüne asfalt yol yapmışlar, iyi mi kötü mü tartışmayacağım, ama biz yine de tekneye atladık. Öyle masalsı bir yer ki kelimeler yetersiz...

Hani bu diyarda okula gitmek bir ayrıcalık desem, o bile yetersiz; okul binası Akdeniz filmlerinden çıkma, manzarası tarifsiz, e galiba artık öğretmeni de kalıcı, nasıl desem yemede yanında yat yani!


















Vardığımızda anladik ki evin kapısını açmak için önce cangılı temizlemek; krizantemler, ıtırlar, begonviller, ayrık otları arasından kendimize bir yol açmak zorundayız. Bu kış hani çok yağmur yağdıya, ona da bin şükür!

E, hala da yağıyor:) Bu yıl da 23 Nisan yağmurları geleneği bozulmadı...şükür.





Yolda yediğimiz köfteler ve tahinli piyaz sayesinde enerjimiz yerindeydi, şükür! Bu köfte ve piyaz da ayrı bir yazıyı hakediyor, ama o da başka bir zamana kalsın.

Tarife gelemeyeceğim diye korkuyorum, bu bir yazı dizisi olsun mu?
Olsun!





Neyse yolumuzu açtık,temizledik toparladık, hala güneş batmamıştı...Gelirken nasılsa ertesi gün ekmek ve sebze teknesi gelecek diye pek alışveriş de yapmadık ama tam buğday unu, yoğurt, keçi peyniri, ve tabii bira almayı ihmal etmedik. Komşu da sağolsun kendi yaptığı zeytinleri getirince hemen kompakt bir ekmek yapmaya giriştik. Toprak ana dualarımız da bu sırada coştu...Dağlardan yamaçlardan beslenen keçilerin peynirinin vahşi tadına, antik zeytinlerin kutsallığına, yörüklerin yoğurt yapışına, biberiyenin yağmura doymuşluğuna, kekiğin güneşe açlığına bir bir tapdık. Tatlar öyle yoğun ve keskindi ki İstanbul'dan tası tarağı toplayıp, bereketli topraklara dönesim geldi.




















Daha yenilerde kesin dönüş yaptığım İstanbul'da da saksılarda herşeyi yetiştirmek mümkün canım...Zaten biberiye, dağ kekiği, citronellayı Yörükoğlu yoğurt kaplarına kendi toprağıyla ekdim de getirdim. Citronella nın türkçesini bilmiyorum, ama adı gibi tadı ve kokusu da kalbe ulaşıyor. Çayı çok çok güzel oluyor, doğal sinek kovucu yapılıyor, bir çeşidinden(limon otu) Tayland'da nerdeyse tüm yemeklere konuyor...İnternette çeşitleri ve bilgileri mevcut.



Neyse laf uzar, yazı kalır...Son bir kez toprak ananın nimetlerine şükrederek geçiyorum tarife:















1/2 kilo tam buğday unu
2-3 kaşık yoğurt
200gr ayıklanmış zeytin
200gr keçi tulumu
1 yumurta
1 şişe bira
yarım paket kabartma tozu
biberiye, kekik
az tuz
çörek otu ve susam

Valla yanlış yazmadım, maya niyetine bira. Bu tarif Kekova'da evinde kaldığımız arkadaşımın kendi tarifi desem yalan olmaz. Bu birali ekmeklerle o beni tanıştırdı. Neyse yine konu dağılmasın, siz bir yandan fırını ısınmaya bırakın, 180-190 dereceye. Güzel geniş bir kapta unu, kabartma tozunu, yumurtayı, yoğurdu, yumurtayı, peyniri, tuzu, biberiye ve kekiği karıştırın. Karıştırma işlemini tahta kaşıkla yapın. Yavaş yavaş birayı ekleyip iyice karıştırın. Fırın kabınızı yağlayıp ya da unlayıp(teflonsa çok iyi, una yağa hiç gerek yok direk) ekmek karışımını içine dökün. Üstüne çörek otu ve susamları serpin. Fırına verip 40-45 dakika pişirin. Piştiğini anlamak için ekmeğe çatal yada kürdan saplayın, hamursuz çıkarsa pişmiş demektir.

Afiyetle yiyin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder