FISTIK


Allah sahibine bağışlasın, ister Şam fıstığı ister Antep fıstığı-hatta isterseniz İran fıstığı veya Siirt fıstığı diyelim, karışık kuruyemiş paketlerine el atıldığında ele avuca gelmesi en çok arzulanan, kaseye konduğunda biten ilk yemiş kendisidir. Aksini iddia edenler baştan kaybederler.

Mor Gabriel Manastırı'nın bahçesindeki ağaçların dili olsa konuşsa diyeceğim ama bu fıstık ağaçları pek de eski sayılmazlar galiba, oldukça yeni ekilmiş gibilerdi... Ya da yeniden canlandırılmış diyelim. Yaz, kış ayrı güzellikte olan manastırı görebilmek için Mardin'den Midyat'a giderken yoldan sapmanız gerekiyor. Gerekli çünkü biliyorsanız bile bilmediğiniz bir dünyaya açılan bir yol burası... Dünyanın en eski Hiristiyan manastırlarından biri olma ihtimali hayli yüksek Mor Gabriel manastırı başına açılan tehdit ve 'davalar' dan bir türlü kurtulamıyor... Açılan davalar bitmek bilmiyor... Bu ülke ve ülkedeki değerleri korumak ve gözetmek bizlerin görevi değil miydi? Yahu neydi?



Şam, Antep, İran o, şu, bu derken tek tek kaybolan kültürler, diller, lehçeler(bakınız bakınız, dikkatle bakınca göreceksiniz Mlahsö) derken, gelip geçenler yakıp yıkarken, bizi biz yapan çeşitlilikler, zenginlikler kaybolmasın diye napacağız diye kara kara düşünürken Mardin'de bazı şanslı çocuklar tüm cahil çabaların aksine ve inadına Arapça, Kürtçe, Türkçe ve Süryani'ce öğrenerek büyüyorlar. Okulda öğretildiği iddia edilen İngilizce'yi de hesaplarsak 5 dil ediyor. Sizi bilmem ben büyürken, duyduğum tek dil Türkçe'ydi. Ha buna da şükür diyenler olabilir. Ama bilesiniz ki Huzur İsyandadır!








Tatli yiyelim tatlı konuşalım kısmına bağlamak için hemen fıstıklı tatlılara geçivermek ve en sevdiklerimden bahsetmek istiyorum; fıstıklı dondurmadan başlayabiliriz. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği, yatsı, kuşluk vakti, ikindi ve bu öğünlerin arasında yiyebileceğimi bildiğim tek tatlı dondurmadır. Dondurmanın da iki çeşidine tapıyorum, birisi yoğurtluysa öteki de fıstıklısı. Ay bir de, unutmadan sevmediğimi-evet evet sevmiyorum sandığım kadayıfı da anmalıyım. Mardin ve civarında, Sadık Künefe'de(künefe dediğine bakmayın künefesini değil) asıl 'sütlü fıstıklı kadayıf' yemeden geçmeyin anacım. Dondurması da ayrı güzel.



Amma, asıl fıstığın hakkını ve şanını koruyan tatlı pek tabii ki baklavalar olsa gerek. Baklavalar yapıldığı şekle göre isim aldığına göre bu havuç dilimi olarak anılan şahane yaratık, havucu bilmem de gerçekten de dil gibi değil mi? Söyle bana ayna? 'Yeme de yanında yat' değil ancak ve de ancak 'olsa da yesek' dedirten cinsten, değil mi? Söylesene aynacım?


O tatlı katmanların arasında uyuyakalmak ve uyanıp ara ara o fıstıklardan atıştırmak ve tekrar tatlı rüyalara dalmak da ancak Alice'e nasip olurdu heralde... O sebeple gerçekçi olalım ve baklavanın yanında yatmayıp afiyetle yiyelim.


En güzeli de memleketine gidip yemek. Giderken napalım, yanımıza şu kitabı alalım. Aslında kitapta da ima edildiği gibi Antep'e gitmeye pek de gerek yok. İmam Çağdaş'a gitmek iyi olabilir, ama onlarda bir telefon kadar yakınlar. 24 saatte kuru baklavanız, havuç diliminiz, kuş yuvanız, dilber dudağınız tabağınızda. Şimdi can çeker diye diyorum yoksa yine de en iyisi yerinde yemek. Geçerken uğradık yaparsınız olur biter...Geçerken Zeugma Müzesine uğramayı ihmal etmeyin derim. Kalmanın da şöyle bir avantajı olabilir, İmam Çağdaş dışındaki lokantaları keşfedebilirsiniz. Buyrun burdan yiyin.



Tatlı rüyalar ve afiyetler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder